Wednesday, May 19, 2010

cheers darling..

Wednesday, July 15, 2009

Wednesday, July 8, 2009

gitmek.
yalnızca gitmek istiyorum bazen. nereye olduğunu bilmeden, sadece gitmek.

o kadar hızlı gitmeliyim ki kulaklarımda uğuldayan rüzgarın sesinde boğulup yok olmalı aklımdaki düşünceler.

düşünmemek.
neyin ne demek olduğunu, nedeni, nasılı, ne zamanı hiç düşünmeden; yalnızca gitmek..

Sunday, June 21, 2009

so far so good..

"Heard about the guy who fell off a skyscraper? On his way down past each floor, he kept saying to reassure himself: So far so good... so far so good... so far so good. How you fall doesn't matter. It's how you land!"

Hubert (La Haine)

Friday, May 15, 2009

karmakarışık..

düşünüyorum. sonra düşünmek istemediğime karar verip bir kadeh daha koyuyorum kendime..

hayat. trajikomik bazen..

ileri görüşlülük? hmm.. ne işe yarar ki olacakları değişteremedikten sonra?

denedim. gerçekten de denedim..

olmadı.

binbir türlü hikaye sonrasında..

peki ya şimdi?

olmalı mı olmamalı mı?

olmalı diye haykırıyorum içimden. olmalı..

ama nasıl?

bilmiyorum.

bildiğim tek şey var ki o da böyle bir şeyin daha önce hiç olmadığı..

Wednesday, November 14, 2007

Vos-fos!

Kim bilir kaç hafta önce atmışımdır bu başlığı...

Aslında başka bir şey yazmak istiyordum, ama madem öksüz kalmış bir başlık var ortada, buna kayıtsız kalmayalım...

O gün, nasıl oldu bilmiyorum ama, ehliyetimi aldıktan sonra kendime bir vosvos alıp gezme hayalim geldi aklıma. Sonra bunu diğerleri izledi: Gümüşsuyu'nda ya da Setüstü'nde -mümkünse deniz manzaralı- bir eve çıkmak, arkadaşlarla bir minibüse doluşup Türkiye'nin gizli kalmış yerlerini keşfetmek [Hatta şu eski vosvos minibüslerden olsun :)] ve en uçuğu olan sırt çantamı alıp yaklaşık bir yıl sürecek bir dünya turuna çıkmak. Biliyorum ki çok da imkansız şeyler değil bunlar. Sonuçta bir Türkiye turu olmasa da arkadaşlarımla bir minibüs kiralayıp 1-2 hafta dolaşabilirim ya da kendime pekala bir vosvos satınalabilirim. Deniz görmese de istediğim civarlarda bir eve çıkabilirim. Ama her güzel şey bazı fedakarlıkları gerektiriyor ve ne yazık ki benim yapmayı istediğim şeyler birbirlerini zincirleme etkiliyor. Herşeyden önce tüm bunları kendi paramla yapmak istiyorum. Dünyayı gezmek için biriktirdiğim parayla bir vosvos alırsam eğer; o geziyi -belki de sonsuza dek- ertelemiş olacağım. Ya da çıktığım evin masrafları o paranın birikmesini oldukça geciktirecek. Zaten belli bir yaştan sonra da o geziyi yapmamı engelleyecek bir sürü faktör doğacak. Daha işin maddi fedakarlık boyutu bu durumdayken gerisini siz düşünün. Bu yüzden en çok yapmak istediğim şeye, dünya turuna, odakladım kendimi. Henüz sorumluluklarım minimumda ve içimdeki tutku maksimumdayken önümüzdeki 5 sene içinde yaptım yaptım bu yolculuğu... Yoksa bir daha böyle bir fırsatı yakalamam imkansız.

Bunlar aklımdan geçenlerin sadece bir bölümü. O kadar çok şey var ki... Tüm bu düşünce bulutcuklarının çarpışmasıyla oluşan sağnağın ortasında bulunca kendimi, aklımdan geçenleri kelimelere dökmekten korkup kaçmışım besbelli.

İşte bu şekilde "Büyük balık küçük balığı yutar" konseptine paralel olarak büyük hayallerimin küçük hayallerimi yok ettiğini bir kez daha keşfettim. Her ne kadar küçük şeylerle mutlu olabilen biri olsam da bu dünya gezisi konusuna oldukça farklı bakıyorum. Bu yüzden büyük balığın uğruna küçük balıkları birer birer feda etsem de bazen ya büyük balığı da kaçırırsam düşüncesi aklıma takılıveriyor. İşte o zaman böyle binbir türlü şey geçiyor kafamdan.

Çok fos bir yazı oldu, ama zaten fos olan hayaller de anca böyle fos bir yazıyla anlatılabilirdi :P

Ayrıca asıl yazmak istediğim şeyi yazacak zamanım da kalmadı. Onun da başlığını draft olarak kaydedelim bakalım...

Wednesday, October 31, 2007

"Hiç ölümü düşündün mü?" dedi.

İrkildim. Bilmiyordum. Özellikle düşünmüş olmasam da elbet bir şeyler geçmişti aklımdan ölüm hakkında. Doğum nasıl hayatın bir parçasıysa ölüm de öyleydi işte. Kanıksamıştık artık her gün duyduğumuz ölüm haberlerini. Üstelik sıradan ölümler de değildi onlar. Bombalarla paramparça olan vücutlar günlük hayatın olağan bir öğesi oluvermişti. Aslına bakarsak kötü şeyleri düşünmek de istemiyordum. Değiştiremeyeceğim bir şey hakkında düşünüp çözümsüzlük içinde kaybolmak, kendimi karanlıkların içine gömmek istemiyordum.

Ertesi gün yere yığılmış bir adam gördüm yolun ortasında. Kalabalık, yardımseverlik süsü verilmiş yoğun bir merakla sarmıştı adamın etrafını. Belki de ölümün neye benzediğini görmek, başlarına geleceği bilmek için üşüşüyorlardı adamın başına.

Sonraki gün Erdal İnönü'nün ölüm haberini alınca yutkundum. Yine ölümü düşündüm. Bir anda kendimi saçma sapan bir düşüncenin içinde buluverdim: Erdal İnönü'yle doğum günlerimiz aynıydı, acaba ölüm günlerimiz de aynı olacak mıydı?

Değerli birini kaybetmenin verdiği hüzün, akşama doğru gelen bir diğer ölüm haberiyle dayanılmaz bir hale büründü. Lise arkadaşlarımdan birinin babası vefat etmiş. Haberi alınca boğazımda bir şeyler düğümlendi. Ne diyeceğimi bilemedim. Söz konusu ölüm olunca bir tek şey kalıyor geriye söylenecek: Başımız sağolsun.

"Evet, ölümü düşündüm. Hem de hiç istemesem de..."